Süper Lig’de şampiyonluk yaşamış bir kulübün ne hale getirildiğini korku filmi tadında izliyoruz.

Çok değil 2010 yılında devrimsel nitelikte bir başarıya imza atmış kulüpten bahsediyoruz.

O günden bu güne 11 yıla yakın zaman geçti. İbrahim Yazıcı döneminde sıfır borç deniliyor, bir de üstüne şampiyonlukla birlikte, Şampiyonlar Ligi yayın gelirleri vs eklenince, resmi olarak 40 milyon Euro’luk gelir kasaya ekleniyordu. Bu konuyu daha evvel de belirtmiştim.

Aradan geçen zaman diliminde üstüne konan borçla birlikte neredeyse 1 milyar TL, yani ortalama yıllık 100 milyon TL’lik bir içeri girme söz konusu.

Ortalama rakamlar veriyorum. Fazlası vardır eksiği yoktur!

Tekrar 2010 yılına dönecek olursak o senelerde yaşları 6 ila 8 arasında değişen çocuklara, bugün, ‘Bursaspor’u kurtarın’ diye gözlerinin içine bakıyoruz.

O çocuk şimdi sormaz mı ‘siz ne yaptınız bu 1 milyar TL’yi?’ diye. Hem de asgari ücretini zor zahmet aldığı bir dönemde…

Soramaz hakkı yok değil mi?

E koskoca Bursaspor camiası neden sormuyor?

Kongrede ibra edilmeyenler takipsizlikle paçayı yırtıyor, ibra edilenler genel kuruldan merdivenleri üçer beşer atlayarak gidiyor!

Bursaspor Kulübü kimsenin babasının çiftliği değil diyoruz ya, en çok da orada yanılıyoruz. Çünkü kimse babasının çiftliğini böyle yönetmez!

Baba tokatı acıtır çünkü!

Milyon Euro’ları har vurup harman savuranların (!) yanına sivil hayatta gidin, bir çay ısmarlar, ikincisini söylerken sesi titrer.

Bugün dense ki: ‘Bursaspor’un mevcut borcunun üstüne borç eklenirse, yöneticiler cebinden öder’ diye, değil Bursa’da bu gezegende başkan adayı bulamaz kimse.

Şu andaki mevcut durumu özetleyecek olursak da, bir kaç kişi dışında kulüpte çoğu kişi vitesi boşa atmış durumda. Bu hafta oynanacak iki iç saha maçı ise tam anlamıyla kader niteliğinde. Ya kazanılacak ya da...