Gurbette yaşayan bir kardeşimden duyduğum "Yaşamaya yaşamak..." sözü beni bugün çok etkiledi. Üzerine uzun uzun düşündüm. Acaba gerçekten yaşıyor muyuz, yoksa sadece nefes alıp veren, günü tamamlamaya çalışan varlıklar mıyız? İnsan yaşamak için mi doğar, yoksa hayatın anlamını aramak için mi?

Modern Dünyada Gerçekten Yaşıyor muyuz acaba?

Günümüz dünyasında insanlar hızla tüketiyor, hızla unutuyor. Sosyal medyada gördüğümüz anlık mutluluklar, hızla tüketilen hayatlar bizi yanıltıyor.

Oysa gerçek yaşam, ekranların ötesinde, doğada, insan ilişkilerinde, kitaplarda, sohbetlerde, mücadelede gizli.

Bir dağ köyünde soba başında edilen sohbet mi daha gerçek, yoksa telefon ekranına bakarak geçirilen saatler mi? Bir dostun elini sıkmak mı daha yaşamak, yoksa sadece yazılan kelimelerle var olmak mı?

Ya da bizler Kendi Yaşamımızı ne derece seçebiliyoruz?

Bazen kader bizi bir yola sürükler ama yolun nasıl yürüneceği bizim elimizdedir. Kendi yaşamımızı gerçekten yaşamak mı, yoksa sadece sürüklenmek mi istiyoruz? Hayata anlam katmak mı, yoksa hayatın üzerimize yüklediği ağırlıklarla ezilmek mi?

Bu söz bana Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair şiirindeki şu dizeleri hatırlattı:

"Yaşamak şakaya gelmez,

büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

bir sincap gibi mesela,

yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,

yani bütün işin gücün yaşamak olacak."

Nazım Hikmet’in dediği gibi, gerçekten yaşamak, sadece hayatta kalmak değil, gerçekten yaşamak, sadece hayatta kalmak değil, hayatın içinde olmak, onun bir parçası haline gelmektir. Paylaşmak, anlam katmak, bir iz bırakmak...

Günlük telaşlarımız içinde, yaşamı gerçekten yaşamak yerine, çoğu zaman sadece ona katlanıyoruz. İş, güç, geçim derdi, sorumluluklar...

Tüm bunların içinde nefes alıyoruz ama gerçekten yaşıyor muyuz?

Yaşamak mı? Yaşamaya Yaşamak mı?

Pir Sultan Abdal, "Aşkınan yürüyen yorulmaz" der. Gerçekten yaşamak, tutkuyla, aşkla, bilinçle yürümektir. Hayat, sadece günleri saymak değil, o günlere anlam katmaktır. İnsan, gönül gözüyle baktığında dünyayı başka bir gözle görmeye başlar.

Yaşamaya yaşamak, bilgiyle, bilinçle, farkındalıkla mümkündür. İnsan ancak kendini keşfettiğinde, hayatı anlamaya başladığında gerçekten yaşamış olur. Sadece nefes alarak değil, hissederek, öğrenerek, paylaşarak yaşamak... İşte gerçek anlam burada saklı.

Elbette tüm bu bağlamdan baktığımızda Türkiye ve Avrupa'da Yaşamak, Farklı Bakış Açılarını da ortaya koymakta.

Bugün Türkiye’de ve Avrupa’da insanlar farklı şekillerde yaşıyor. Türkiye’de insanlar çoğu zaman hayatta kalma mücadelesi verirken, Avrupa’da birçok insan hayatı daha çok keyif almak ve keşfetmek üzerine kuruyor. Türkiye’de geçim derdi, stres, sosyal baskılar insanları yorarken, Avrupa’da insanlar bireysel mutluluğa daha çok önem veriyor.

Ancak mesele sadece coğrafya değil. İnsan, nerede olursa olsun, yaşamayı öğrenmelidir. Yunus Emre’nin dediği gibi:

"Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?

Mal da yalan, mülk de yalan, gel biraz da sen oyalan."

Öyleyse, hayatı sadece sahip olmak üzerine kurmak yerine, paylaşmak, sevmek, hissetmek, üretmek üzerine kurmak daha anlamlı değil mi?

Bugün gurbetteki kardeşimin sözü beni derin düşüncelere daldırdı: “Yaşamaya yaşamak... “Belki de hepimizin kendine sorması gereken en önemli soru bu: Gerçekten yaşıyor muyuz?