Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, TRT Haber özel röportajında Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli kapsamında hazırlanan yeni müfredat çalışmalarına ilişkin bilgiler verereki, soruları cevapladı.
Bakan Tekin, açıklamalarında şunları kaydetti;
Yepyeni bir dönem başlıyor. Hem eğitim anlamında, hem de çocuklarımız uzun bir yaz tatilinden sonra tekrar aramıza katıldılar. Biz bakanlık olarak, öğretmenler olarak, eğitim camiası olarak heyecanla yeni dönemin başlamasını bekliyorduk. İnşallah çocuklarımız için, ailelerimiz için, ülkemiz için, milletimiz için hayırlı, başarılı, sağlıklı bir eğitim-öğretim yılı hep beraber yaşarız.
"Narin'in okuluna psikososyal destekte bulunacağız"
Narin yavrumuzun başına gelen olaydan dolayı gerçekten bakan olarak, bir baba olarak, bu ülkenin bir vatandaşı olarak gerçekten çok üzgünüm. Arkadaşlarına, sevenlere başsağlığı diliyorum. İnşallah böyle bir olayla bir daha karşı karşıya kalmayız. Böyle olaylar olduktan sonra bakanlık olarak biz de sürekli bu tür konularda yapabileceğimiz şeylerle ilgili olarak çocuklarımızın yanında olmaya çaba sarf ediyoruz. Sabahleyin de biz eğitim-öğretim yılının açılışı için bütün birim amirlerimiz, bakan yardımcılarımız, değişik illerde okullarda çocuklarımız ve öğretmenlerimizle bir araya gelmişlerdi.
Bugün de Özel Eğitim Genel Müdürlüğümüz bünyesinde oluşturduğumuz bir ekip Genel Müdürümüzün başkanlığında Diyarbakır'a gittiler. Narin çocuğumuzun okulunda eğitim-öğretim yılının açılışını orada yaptılar. 4 arkadaşımız özel olarak da travma konusunda, travmayla mücadele konusunda ilk müdahaleler konusunda eğitilmiş yetkin 4 arkadaşımız Genel Müdürlüğümüz ve Genel Müdürlüğümüzdeki uzman arkadaşlarla beraber eğitim-öğretimi orada açtılar. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımızın yetkilileriyle beraber okuldaki çocuklarımızın yas ve travma konusundaki süreci atlatmalarına ilişkin alınabilecek tedbirleri aldılar. Allah bir daha başımıza böyle bir şey getirmesin. Temennim odur ki inşallah bu vahşeti işleyen kişiler bir an önce kanun önünde hesap verirler.
"Biz çok büyük bir aileyiz"
20 milyona yakın bir öğrenci kitlemiz var özel okullarla beraber. Özel okulda çalışan arkadaşlarımızla beraber 1 milyon 250 bin civarında öğretmenimiz var. Şu an kamuda Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde 1 milyon 131 bin öğretmen arkadaşımız görev yapıyor. Toplamda 75 bin civarında okulda eğitim-öğretim başladı. Bu da çok önemli bir rakam. Bir de şunu da söyleyeyim; yaklaşık 100 bin kurumda da biz Milli Eğitim Bakanlığı olarak, özel öğretim kapsamındakilerle beraber eğitim-öğretim sürecini yürütüyoruz. Yani gerçekten biz çok büyük bir aileyiz. Hep beraber, bu ülkenin eğitim-öğretim yükünü üstlenmeye çaba sarf ediyoruz. Türkiye'deki eğitim camiası öğretmen arkadaşlarımız fedakar bir biçimde çocuklara ilgileniyorlar, öğretmenlik mesleğini yerine getirmeye çaba sarf ediyorlar. Ben hepsine tek tek teşekkür etmek istiyorum.
"Her şey çok hızlı değişiyor"
Daha önce de çok defa anlattım ama sizin vesilenizle bir kez daha paylaşmak isterim. Biz çok hızlı değişen bir dünyanın içerisindeyiz. Her şey çok hızlı değişiyor. Örnek olarak sizin sektörünüzle ilgili, yayıncılıkla ilgili, kullandığınız ekipmandan tutun, metoda kadar her şey çok hızlı değişiyor. Siz bu gelişmelere ve bu değişime ayak uyduramazsanız eğer işinizi yürütmekte zorlanırsınız, rekabet etmekte zorlanırsınız. Eğitim de, bu çok hızlı değişen sektörlerden bir tanesi. Dünyanın her tarafında eğitim bürokrasisini yönetenler, eğitim-öğretim hizmetini verenler, dünyadaki bu gelişmeleri, kendi bünyelerinde ayak uyduracak tedbirleri alma yönünde çaba sarf ediyorlar. Bunların içerisinde, aklınıza gelebilecek her türlü konu var. Yani eğitim-öğretim yaptığımız fiziki binaların niteliklerinden, planlamasından, mimari yapısından, kullandığınız okullarda ve sınıflarda kullandığınız teknolojik altyapıya kadar her şey değişiyor. Bunların hepsine ayak uydurmanız gerekiyor. Ama en önemlisi de, uyguladığınız programlar, yani sizin sorunuzdaki müfredatlar açısından ayak uydurmanız lazım.
"Bilgiye çok rahat erişilebilen bir dönem yaşıyoruz"
Peki nereye evriliyor dünya, ona bakmak lazım. Evrildiği yer şurası; Belki 1970'li, 1980'li yıllar, bizim öğrenci olduğumuz yıllar açısından baktığımızda, eğitim-öğretim süreçleri daha çok çocuklarımızın, bilgi edinme kaynakları sınırlı olduğu için, onlara bilgi vermek, bilgi kazandırmak üzerine kurgulanmış. Fakat bilhassa dijital, gelişmelerin hayatımıza kattığı kolaylıklar da göz önünde bulunduğunda, çocuklarımızın, gençlerimizin bilgiye erişimde, artık çok daha rahat oldukları, çok rahat bir şekilde bilgiye erişebildikleri bir dönem yaşıyoruz. Hal böyle olunca, çocuklarımız okuldaki eğitim-öğretimi, bir anlamda işlevsiz gibi görmeye başladılar. Çünkü çok rahat bir şekilde bilgiye erişebiliyorlar. Erişebildikleri bilgi belki bizim 180 iş gününe yaydığımız bir bilgiyi, onlar çok kısa bir çabayla, elektronik ortamda, internet ortamında erişebiliyorlar. Dünyadaki eğitimle ilgili bu tür gelişmeleri takip ettiğimizde de şunu görüyoruz. Artık eğitim, çocuklarımızın, bilgiye erişmekten ziyade, erişebildikleri bilgiyi beceriye dönüştürmeleri üzerine kurgulanmış. Biz kendi sistemimizi, buna uygun hale getirmezsek, biraz önce sizinle ilgili verdiğim örnekte olduğu gibi, muadillerimizle rekabette zorlanırız.
"Hemen hemen herkes yükseköğretime erişmeye başladı"
Dünyanın tamamında artık, eğitime erişim de daha rahat. Dünyadaki istatistiklere baktığımızda belki bundan 40 yıl önce, orta öğretime yani liseye erişimde dünyadaki istatistikler rakamlar çok düşük iken, şimdi yükseköğretime erişimde, dahi çok arttı sayılar. Yani çocuklarımızın bir anlamda zorunlu eğitim için geçirdikleri süre aslında, Türkiye için söylüyorum, yaklaşık 16 yıl oldu. Artık hemen hemen herkes yükseköğretime erişmeye başladı. Dolayısıyla bizim çocuklarımıza kazandırdığımız şeylerin, vermeye çalıştığımız eğitim öğretimin de bir kısmını doğal olarak yükseköğretim lisans ve ön lisans programlarına doğru yönlendirmemiz lazım. Bu dünyada da böyle yürüyor. Yani, şunu yapıyor dünyadaki muadillerimiz; Zorunlu eğitim çağında, yani ilkokul, ortaokul ve lisede verilen eğitimin içeriğini biraz daha daha ilerleyen yıllardaki eğitim-öğretim sürecine bırakarak buraları hafifletiyorlar. Biz bu anlamda da, dünya örnekleriyle karşılaştırdığımızda, bu revizyonları da yapmıştık.
"Programımızın mantığını, kazanımdan beceriye doğru dönüştürdük"
Şu an Türkiye Yüzyılı Maarif Modeliyle yaptığımız şey, bilgiyi çocuklarımıza kazandırmaktan ziyade, elde ettikleri bilgiyi beceriye dönüştürmek ve mümkün olduğunca da, temel eğitim ve orta öğretim çağındaki bilgileri, daha ilerleyen eğitim aşamalarında almaları gereken bilgileri sonraya bırakmak, dolayısıyla müfredatı hafifletmek. İki tane önemli şey yapmış oluyoruz. Bir programımızın mantığını, kazanımdan beceriye doğru dönüştürdük. İkincisi de içerik olarak da, yaklaşık yüzde 35 oranında bütün, müfredatımızda bir sadeleşme yapmış olduk. Sadeleşmeden anlatılması gereken şey şu; Şu konuyu programdan çıkarmışlar. Biz o konuyu bilimsel olduğu ya da olmadığı gibi bir tartışmayla çıkarmıyoruz. Çocuklarımızın bu bilgiyi, daha ilerleyen eğitim-öğretim süreçlerinde almalarının doğru olacağını düşündüğümüz için, oraya doğru kaydırmış oluyoruz. Bu yanlış anlaşılmanın önüne geçmek için bu açıklamayı yaptım. Biz şu anda müfredatlarımızı, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeliyle, bu iki açıdan, dünya örnekleriyle eşit hale, getirmiş olduk.
"Bizi millet yapan değerleri programlarımızın içine yerleştirmeye çalıştık"
Müfredatımıza yerleştirdiğimiz değerlere, Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı, bu ülkenin vatandaşı, bu milletin bir ferdiyim ve bu ülkenin bir ferdi olmaktan gurur duyuyorum diyen hiç kimsenin itiraz etmemesi gereken, edemeyeceği şeyleri; adalet gibi, merhamet gibi, vatanseverlik gibi, temel hak ve hürriyetler gibi değerleri buraya yerleştirdik. Dolayısıyla bu anlamda modele yönelik eleştirileri yapan kişileri de anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Bir taraftan dünya örnekleriyle uyumlu hale getirmeye çalıştık, bir taraftan da bizi millet yapan değerleri programlarımızın içine yerleştirmeye çalıştık. Bundan, bu ülkenin vatandaşıyım diyebilen, bundan gurur duyan, ben bu milletin bir parçasıyım demekten gocunmayan bir kişinin neden rahatsız olacağını, niye itiraz edeceğini gerçekten anlamakta zorlanıyorum.
"Müfredat her kademenin ilk sınıfında hayata geçiyor"
Programlarımız yani müfredat kademeli bir biçimde hayata geçirilecek. Bugün itibarıyla okullarımızda her kademenin ilk sınıfında hayata geçiyor. Yani okul öncesinde, birinci sınıfta, ortaokulların ilk sınıfı olan beşinci sınıflarda, ortaöğretimlerin ilk sınıfları olan dokuzuncu sınıflarda Türkiye 100. Yılı Maarif Modeli hayata geçecek. Bir de bazı ortaöğretim kurumlarında yani liselerimizde hazırlık sınıfı var. Hazırlık sınıfı uygulayan okullarımızda da model hayata geçmiş olacak inşallah. İnşallah dediğimiz, beklediğimiz, amaçladığımız şekilde dünya örnekleriyle rekabet edebilen, dünya örnekleriyle uyumlu ve bizim ülkemizin milletimizin temel referans değerlerini çocuklarımızda kazandırmak konusunda başarılı güzel bir model olur.
Şu anda toplumsal olarak hani sosyolojide kullandığımız toplumsal roller diye bir kavram var. Hepimizin bir toplumsal rolü var, bir işlevi var. Bir şey yapıyoruz. Öğretmenlerimizden ne bekliyoruz? Önce bir bu sorunun cevabını verelim. Öğretmenden şu anda toplumda beklentilerimiz; bir, öğretmenlik yapsın. İki, bir anne baba olarak işimiz yoğun, eve geç geliyoruz, işimizle ilgileniyoruz. Öğretmenlerden şunu da bekliyoruz. Çocuklarımıza hem annelik yapsınlar, babalık yapsınlar. Kardeşi yoksa bir de abilik, ablalık yapsınlar. Yani öğretmen arkadaşımıza toplumsal anlamda altından kalkmakta zorlanabileceğimiz çok fazla toplumsal rolü öğretmenlere yüklüyoruz. Bu yıl yapmak istediğimiz şey şu. Hepimiz toplumsal rollerimizi yapmak için çaba sarf edelim.
Biz şimdi velilerimize, ebeveynlerimize diyoruz ki hepimiz kendi işimizi yapalım. Bırakalım öğretmen arkadaşlarımız öğretmenlik yapsınlar. Biz de anne baba olarak üstümüze düşeni yapalım. Dolayısıyla bu minvalde eğitim öğretim sürecindeki toplumsal rollerimizi sağlıklı oynarsak eğer, eğitim sistemimiz başarılı olur, öğretmenlerimiz başarılı olur. Biz de ebeveyn olarak başarılı bir ebeveynlik yapmış oluruz, diye düşündüğümüz için bu anlamda bir dizi proje hayata geçirdik. Velivizyon adıyla bir platform oluşturduk. Bu platformda yıl içerisinde, bu anlamda, attığımız adımlar, yaptığımız projelerle ilgili paylaşımlarımız olacak. 27 bölümlük mini bir dizi çektik. "Ailem" ismiyle tamamen bu bahsettiğim, toplumsal rolleri doğru yapmamız üzerine kurgulanmış bir dizi. Onu, bu platforma koyduk. 2024-2025 eğitim öğretim yılında üzerinde duracağımız üç konudan bir tanesi de bu. Yani Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'yle beraber, ailelerin bu sürece biraz daha etkin bir biçimde dahil olmaları, etkin ama doğru bir biçimde.
Türkiye'de mesleki ve teknik eğitim aslında 28 Şubat sürecine kadar gayet sağlıklı yürümekteydi. 28 Şubat'ında siyasete ve siyasal karar alma mekanizmalarına, antidemokratik bir müdahale süreci yaşayınca, o sürecin devamında da işte katsayı uygulamasıyla beraber meslek liseleri de boşaltıldı. İmajları ve algıları bundan negatif etkilendi ve toplumda meslek liselerine karşı bir önyargı ortaya çıkmaya başladı. Bu önyargı, Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla özellikle 2010'lu yıllardan itibaren önyargıyı kırabilecek adımlar atıldı. Mesela 2014 yılında "proje okul" diye bir kavram literatüre kazandırdık. Yapmak istediğimiz şey buydu, ıı, başlıklardan bir tanesi buydu. Arkadaşlarımız sahayı karış karış dolaştılar, bütün illerimizi. Meslek örgütleriyle, meslek birlikleriyle, ticaret odaları, sanayi odalarıyla, iş çevreleriyle oturdular ve hangi tür mesleklerde, nitelikli eleman ihtiyacı temininde güçlük çektiklerine dair adımlar atıldı. Sorunlar tespit edildi. Ve birkaç tane önemli uygulama hayata geçirildi.
"Asgari ücretin yüzde 30'u ve yüzde 50'si oranında çocuklarımıza harçlık verme uygulamasını başlattık"
Bunlardan bir tanesi meslek liselerimiz proje okul formatında tematik hale getirildi ve bu tematik hale getirilmesi sürecinde programların yani mesleki müfredatın özellikle meslekle ilgili yani nitelik kazandırmaya çalıştığımız meslekleri hangisiyse onunla ilgili programlarını ve eğitimleri verme konusunda ilgili meslek örgütleriyle bir araya gelmiş olduk. Yani ayakkabıcılık meslek lisesi açıyorsak, Ayakkabıcılar Odası'yla oturduk. Programını ve eğitim öğretim sürecini onlarla birlikte yürüttük, proje okul formatı içerisinde. Bu çok önemli bir adımdı. Sonra sektör bize dedi ki; "Bu çocuklar, işletmelerde işbaşı eğitimlerine geldikleri zaman, staj için bize geldikleri zaman, bu çocuklarımızın ücretlerini ödemekte, bu çocuklara bir harçlık vermekte zorlanıyoruz", staj ücreti. O tarihte bir değişiklik daha yaptık. Çocuklarımızın, yani meslek liselerindeki öğrencilerimizin, iş yerlerinde staj için gittiklerinde asgari ücretin yüzde 30'u ve yüzde 50'si oranında çocuklarımıza harçlık verme uygulamasını başlattık. Yani işletmeye ilave bir maliyet getirmeden çocuklarımızın iş başı eğitimlerini, sağlıklı hale getirecek bir tedbir daha aldık. Bu da çok önemli bir devrimdi.
Sonra şöyle bir durumla karşı karşıya kalındı; çocuklarımızın bu esnada, herhangi bir sosyal sigortası yoksa, iş yerinde yaptığı meslekle ilgili bir sağlık problemi yaşarsa, bunu nasıl gidereceğiz sorusu sektörden geldi. Bu kez onu da düzelttik 2016 yılında. Ve çocuklarımızı, oraya giden çocuklarımızı, iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı sigortalı hale getirdik. Bunu da yine sektörle beraber yaptık. Bir başka adımımız, MESEM'ler, yani eski çıraklık eğitim merkezleri. 12 yıllık zorunlu eğitim olduktan sonra orada bir eleştiri noktası ortaya çıkmıştı. MESEM diye bir kavram ürettik. Ve çocuklarımızın özellikle mesleki eğitime eğilimli çocuklarımızın mesleki eğitimde geçirdikleri süreyi zorunlu eğitime sayabilecek bir düzenleme daha hayata geçirmiş olduk. Bu nitelikli eleman ihtiyacını duyan sektörle oturup, beraberce kararlaştırdığımız şeylerdi.